Değerli Veliler
Ülkemizde oluşan deprem felaketinden etkilendiğimiz şu günlerde sizlerle Toplumsal Duyarlılık konusunu paylaşmak istedim.
Zaman zaman gazetede okuduğumuz, TV de izlediğimiz ya da şahit olduğumuz olayları eşimizle dostumuzla konuşuruz. Bu konuşmalarda üzülür veya sevinir ya da bu konuda herhangi bir görüş bildiririz. Hatta entelektüel yönümüzü kullanarak çok soyut çıkarımlarda da bulunabiliriz. Aradan geçen zaman içinde o an için çok önemli olan olayları unutup, başka şeyler üzerinde yoğunlaşırız. Bu süreç böyle devam eder gider. Ta ki konuşup tartıştığımız olaylar bizim karşımıza somut düzeyde çıkıp, bizim hayatımızı etkiler hale gelene kadar… İşte o zaman bakış açımız değişir, biz başkalarından duyarlılık ve yaşadığımız sıkıntının çözümüne yardımcı olacak somut bir hareket bekler duruma geliriz.
İşte toplumsal duyarlılık veya bilinç denen şey, ancak bu aşamada devreye girmektedir.
Toplumsal Duyarlılık Nedir?
Toplumsal duyarlılık veya bilinç, yaşadığımız dünyayla ve yaşadığımız olaylarla ilişki kurmak ve bu konuda sorumluluk almaktır. Staub (1979) bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: Pozitif sosyal davranışlar, başkasının ya da başkalarının ihtiyaçlarına yönelik olan davranışlardır. Bir kişinin sosyal sorumluluk içeren davranışlarda bulunması için, başkalarının ihtiyacını, hedeflerini anlaması ve de buna uygun davranışları üretmesi gerekmektedir. Bu davranışlar maddi ve manevi olarak çok çeşitli şekillerde olabilir. Toplumsal gelişmelere verilen uygun bir tepki de toplumsal bilinç içeren bir davranıştır. Bu tür davranışlarda önemli olan büyük ya da küçük bir topluluğa hizmet etmekten çok, destek olunan amaca ne ölçüde hizmet edilebildiğidir.
Toplumsal Duyarlılık Neden Gereklidir?
Toplumsal bir varlık olan insan, çevresine karşı duyarlı olmak durumundadır. Tıpkı Ernest Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı eserinde ifade ettiği gibi “birbirinden kopuk bir ada değildir insanoğlu”, birine zarar veren bir olay, diğerlerini de etkiler. Suya attığımız minicik bir taşın etkisinin halka halka yayılarak genişlemesi gibi, pozitif veya negatif etki yaratan sosyal hareketler de dalgalar halinde büyüyerek yaygınlaşır ve bizi bir şekilde etkiler. Yaşadığımız dünyaya, çevremize karşı ne kadar duyarlıysak, bu duyarlılık olumlu veya olumsuz olarak bize geri dönecektir. Örneğin, çocuklarımıza otobüste, trende vb. yerlerde yaşlılara, güçsüzlere, ihtiyacı olanlara öncelik duyarlılığını kazandıramamışsak, gelecekte ihtiyacımız olan anlarda o dönemin çocukları da bizlere anlayışlı davranmayacaklardır. Çünkü onları biz yetiştiriyoruz ve onlar bizim ürünlerimiz… Bu nedenle iş işten geçtikten sonra çevremizden duyarlılık
beklemek gerçekçi değildir. Önemli olan, gerekli duyarlılığı yerinde ve zamanında gösterebilmektir.
Özellikle yaşadığımız çağda toplumsal duyarlılık daha da fazla önem kazanmaktadır. Erich Fromm’a (1996) göre sanayileşen toplumlarda, ekonomik gelişmeyle birlikte insanların bireyselleşmesi ve sonucunda insanın yalnızlığa itilmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız. Bu bireyselleşme ve yalnızlaşma, duygusal körlüğe neden olmakta ve insanı kendisine ve yaşadığı topluma yabancılaştırmaktadır. Bu yabancılaşma, insan yaşamına anlam veren önemli bir boyutun ortadan kalkmasına neden olmakta ve de toplumun çözülmesine dair riskleri beraberinde getirmektedir. Sağlıklı insanlar yetiştirebilmemiz için gelişen ekonominin yanında insani değerleri de ön planda tutan, insanı makine gibi görmeyen, insana değer veren sosyal yapıyı da geliştirmemiz gerekmektedir. Ancak bireyler bulundukları toplum için üretirler, emek harcarlarsa, yaşadıkları topluma aidiyet hissini yaşarlar ve kendilerini güvende hissederler.
Toplumsal Duyarlılığın Kazanılması:
Toplumsal bilince yönelik davranış becerilerini kazanmak ve kazandırmak, uzun ve emek isteyen bir süreçtir. Staub’a (1979) göre çoğu zaman kişi başkaları ya da toplum için sorumluluk aldığında, kendisiyle çelişkiye düşebilir; çünkü burada kendisinden bir şeyler verecektir. İnsanın bunu öğrenmesi ve uygulaması kolay değildir.
Pozitif sorumlu davranışın nasıl geliştiğine dair çok farklı görüşler vardır. Bazı bilim adamları bunun genetik olduğunu savunurken, bazı başka araştırmacılar ise bunun öğrenilen davranışlar olduğunu, özellikle de sosyalleşme süreçleri sonucunda oluştuğunu ifade etmektedirler. Diğer bir görüş, beklenen sosyal davranışların belli gelişimsel devrelerin sonucunda kazanıldığı şeklindedir. Bazı uzmanlara göre, toplumsal bilinç içgüdüsel olarak kazanılmaktadır. Bu düşünceye göre insanoğlu, çevresine karşı duyarlı olma ve çevrede oluşturduğu etkinin, yani davranışlarının sonuçlarını düşünme içgüdüsüyle doğmuştur. Bu nedenle bebekler ellerindeki bir oyuncağı masaya vurur ve ne olduğunu, nasıl bir etki uyandırdığını merakla izlerler. Doğuştan gelen bu içgüdü, çocukluk ve gençlik yılları boyunca desteklenirse ve gelişirse, davranışlarının sorumluluğunu alan, topluma karşı duyarlı bireyler yetişir. Bu içgüdünün desteklenmediği ve gelişemediği durumda ise, sorumsuz ve duyarsız bireyler yetişir.
Bireylerin bu duyarlılığı geliştirmesinden, başta bireyin içinde bulunduğu aile, arkadaş, okul olmak üzere toplum olarak sorumluyuz. Her bireyin kendi sınırları ölçüsünde bulunduğu ortamın gelişimini etkileme potansiyeli ve sorumluluğu vardır.
Şimdi sizlerle, bireylerin kapasitesi ya da özellikleri ne olursa olsun, çevrelerine karşı duyarlı olma içgüdülerine sahip olduğunu gösteren gerçek bir olayı paylaşmak istiyorum:
Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Yarışmacıların tümü yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz, içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular, yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler, oğlanın yanına geldiler. İçlerinden Down Sendromlu bir kız eğilip oğlanı öptü ve:
– Bu onun daha iyi olmasını sağlar, dedi.
Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp, dakikalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hâlâ bu öyküyü anlatırlar. Neden? Çünkü bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan, çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta önemli olan, diğerlerini de anlamak, yavaşlamak ve rotamızı değiştirmek anlamına gelse bile, diğerlerinin kazanması için yardım etmektir. Toplumsal duyarlılık ve bilinç bu şekilde gelişir.
Ailede Toplumsal Duyarlılık Kazandırmak İçin Neler Yapılabilir:
Anne babaların toplumsal olaylara, diğer insanlara çevreye duyarlılığı ile çocukların duyarlılığı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu nedenle ailelerin toplumsal duyarlılık ile ilgili olarak çocuklara model olmaları çok önemlidir. Çocuk, ailesinde topluma katkıyı, hayatının doğal bir parçası olarak görürse, kendisi de bir şeyler üretmek için istek duyar. Uzmanlar; Ailelerin çocuklarda daha empatik, daha duyarlı davranışlar geliştirmelerini sağlamak amacıyla şu yöntemleri öneriyor.
- • Çocuklarınızından Beklediğiniz Sorumlu ve Düşünceli Davranış Çıtasını Yükseltin.
- Shapiro, Öncelikle ailelerin çocuklardan bekledikleri sorumlu davranış çıtasının yükseltilmesi gereğini savunuyor. Aile kurallarının açık ve tutarlı bir şekilde ortaya konulmasını ve de sorumlu davranışın bu kurallar içinde yer almasının önemini vurguluyor. Çocuğun ev ortamında yaşına uygun sorumluluklar alması gerektiğini belirtiyor. Çünkü çocuktaki empatik anlayış, öncelikle en yakınlarına empati kurarak gelişiyor. Shapiro’ya göre, verilen çocuğa verilen sorumluluklar yaşla birlikte değişen, gelişen şekilde ele alınmalıdır.
- • Çocuklarınıza İyilik Etme Fırsatı Verin.
- Shapiro’ya göre empati geliştirmenin en iyi yolu rastgele “iyilik etme davranışlarını” uygulamaktır. Başkalarına iyilik yapmayı aile projesi haline getirmeye hemen bugün
- başlanmasını, boş bir defter satın alınmasını ve ailede herkesin bu deftere o gün yaptığı bir iyiliği kaydetmesini öneriyor. İyilik yapmanın alışkanlık haline geldiği zaman, çocuklarınızın daha yardımsever olacağını belirtiyor.
- • Çocuklarınızın Bir Toplum Hizmetine Katılmalarını Sağlayın.
- Aile bireylerinin çeşitli şekillerde projelere katılarak başkalarına yardım etmesi, hem çocuklarınızın topluma karşı daha duyarlı olmasını, hem de sosyal becerilerinin daha da gelişmesini sağlayacaktır. Mümkün olduğunca bu çalışmalara çocuğunuzla beraber katılın. Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı, Doğal Hayatı Koruma Derneği, TEMA, İzcilik çocuğunuzla birlikte katılabileceğiniz çeşitli toplumsal hizmet çalışmaları düzenleyen kurumlardan bazılarıdır.
- • Çocuklarınızla Başkalarının Yaşantılarına, Sıkıntılarına Dair Konuşun.
- Sizin başka insanların, toplumların sıkıntılarına önem vermeniz ve bunu tartışma konusu olarak gündeme getirmeniz, hem çocuğunuzun duyarlılığını artıracak, hem de çocuğunuzun bakış açısını, bilgi düzeyini, ifade yeteneğini geliştirecektir. Haberleri beraber seyredip, orada karşınıza çıkan toplumsal olayları irdeleyen bir konu üzerinde tartışabilirsiniz. Örneğin, çocuğunuzla Güney Afrika’daki kıtlığı konuşabilirsiniz. Oradaki insanların bir günü nasıl geçiyor, güncel sıkıntıları neler ve o insanlar için neler yapılabilir, bunun üzerinde birlikte düşünebilirsiniz. Ya da çevrenizde sıkıntılarına şahit olduğunuz insanlara dair konuşabilirsiniz. Doğu bölgelerimizde yaşayan insanların kış mevsiminde yaşadıklarına, onların hayatlarına dair konuşabilir ve orada yaşayan insanların hayat şartlarını iyileştirebilmek için neler yapılabileceği konusunda tartışmalar yapabilirsiniz. Daha küçük çocuklarda “şimdi havalar soğudu acaba kuşlar nasıl yiyecek bulur” gibi konuşmalar da çocuklarda empatiyi geliştirir. Bu tür konuşmalar çocuğunuzun bakış açısını ve de hayata dair düşüncelerini etkiler. Çocuklarımız, hayatı sadece bizlerin yaşadığı açıdan değil, çok farklı yaşamsal deneyimlerden oluştuğunu bilerek yaşarlarsa, toplumsal duyarlılıkları daha da gelişebilir.
Özetle, toplumsal alanda etki yaratma düşüncesi birey bazında erişilmez bir hayal gibi görünebilir. Aslında, pek çok ülkede ortaya çıkan büyük çaptaki toplumsal gelişmeler, halkın ve sıradan kişilerin bireysel inisiyatifleriyle başlamış ve toplumları etkiler hale gelmiştir. Birey olarak yapabileceklerimizi hafife almayalım. Unutmayalım, bizim çok sıradan gördüğümüz kaynaklar, bir başkası ya da başkaları için hayati öncelik taşıyan ihtiyaçlar olabilir. Bugünden başlayarak “yaşadığımız topluma daha fazla ne tür katkılarımız olur” sorusunu kendimize soralım ve başkalarını da bu soruyu sormaları için teşvik edelim.